Gündem
21 Aralık 2011 Çarşamba
9 Aralık 2011 Cuma
Ankara'da Aşık Olmak Zor İki Gözüm...
Uzak durmak işime gelmiyor artık şehrimden.Özgürlük değil artık farklı bir şehir,farklı bir hava,benden olmayan insanlar,tanıdık ama yabancı hissettirenler,başıma buyrukluk ama bir o kadar eli kolu bağlılık...
Canımın sıkkınlığını Botanik Parkı'nda unutamayacaksam,benden olan insanlar geçmeyecekse sokakta yürürken yanımdan,kar yağdığında huzurlu olmayacaksa içim,Kuğulu Park'ın beyaz örtüsünden mahrum kalacaksam,eğlenmek istediğimde bildiğim sokaklarda kahkahalarla yürümeyeceksem kadehlerin tesiriyle,her canım istediğinden yanımda olamayacaksa en kıymetlilerim,canım balık çektiğinde bilinçsizce ayaklarım Sakarya'ya götürmeyecekse,kokoreçin en güzelini yiyemeyeceksem Atatürk Orman Çiftliğinde,canım gürültü ve kalabalık çektiğinde 7. cadde'de bulamayacaksam kendimi ne anlamı var.
Hoşdere'den Çetin Emeç'e yürümeyi bile özleyebilir miydim? Oradayken üşengeçlikten yapmadığım şeylerin burada burnumda tüteceğini nereden bilebilirdim.
Bir yere "şehrim" diyebilmek onu benden,içimden biri yapmak...Zormuş ama yapabildiğin zaman koptuğunu hissettiğin an özlemi böyle yer ediyormuş içinde işte.
Ankara Kalesi'nde Oyuncak Müzesi,Tunalı'da pasajdaki rutubet kokan sahaf,Kuğulu Park'ın cıvıl cıvıl oluşu,Botanik'in durgunluğu,Sakarya'nın telaşı,Kızılay'ın karmaşası,Tunalı'nın modernliği,Bahçeli'nin bir yanda kalabalığı bir yanda sakinliği,Anıtkabir'in yası...Hepsi özlenir. Hepsi benden,içimdendir.
"Ankara iyi kalpli üvey anadır" demiş ya Cemal Süreya haklıymış.Benim demen,sahiplenmen çok zor ama bir de alışırsan vazgeçmesi,çekip gitmesi oturur insanın yüreğine...
Özlendin Şehrim...
Son söz:
Ankara'ya
Öyle yakisirdi ki kar..
Asfaltlar isildar, Buz tutardi resmi yalanlar...
Kimse keman çalmaz belki ama
Çok keman çalinsin balolarinda
Diye yapilmis
Gri
Sisli
Binalar...
Çok keman çalinsin balolarinda
Diye yapilmis
Gri
Sisli
Binalar...
Yılmaz Erdoğan"Ankara"
1 Aralık 2011 Perşembe
21 Kasım 2011 Pazartesi
Yeni keşif: renklipasta.com
İnsanın baktıkça canı çekiyor hatta kapısında bir kutu bulası geliyor;)
Bu enffes hediyelik kurabiyelere shop.renklipasta.com adresinden ulaşabilirsiniz:)
17 Kasım 2011 Perşembe
13 Kasım 2011 Pazar
3 Kasım 2011 Perşembe
Burası Agora Meyhanesi...
Evimde salaş denize nazır salaş meyhane havası .Matem havası değil de başka bir buruk tat.
Kadehlerin diplerinin buluşunca çıkardığı efkar sesi.Efkarın arka plan sesi Zeki Müren..."Öyle dudak büküp hor gözle bakma..." Dalga seslerini de ben yaratıyorum zihnimde,kafamda agora meyhanesi havası. Pencereden esen rüzgara denizin tuzlu kokusunu da ekledim.Her şey tamam.
"Ah bu şarkıların gözü kör olsun" dedikleri kadar var,dinledikçe efkar dağılıyor,duvarlara çarpıp benimle buluşması uzun sürmüyor.İçimde ne varsa karışıyor,harmanların en güzeli.
Hayatının film şeridi gibi gözünün önünden geçmesi öleceğin zaman olmuyormuş;vücuduna giren alkolün her damlasında daha çok sahne yükleniyor zihnine.Bir yudum,bir sahne;sonra bir yudum daha...Sahneler birleşir,hayatının en uzun filmini izlerken bulursun kendini.Dilinden dökülür birden,dudaklarına mühür vursan çare olmaz.Tek tek dökülüverir.Zihninde bulamaç olan her şey dudaklarından saçılır etrafa.
Rakının çilingiri bir sözdür.Tek bir cümle belki daha da azı 3 hecelik bir kelimedir.Gerisi sen istemesen de gelir.Kendi sesini duymadan konuşursun.
Sonra,sonrası...Sabahın ilk ışıkları gösterir kendini,yalnızlık çöker dört duvar arasında,bir bakmışsın kendi kadehinde yüzüyorsun.
2 Kasım 2011 Çarşamba
28 Ekim 2011 Cuma
Flu...
Kafa yorgunluğu bendeki. “Çok yürüdüm,ayakta kaldım,ders uzadıkça uzadılar ” beynimdeki bulanıklığı ört bas etmek için. Kendimle kalınca anlıyorum kafamda ne büyük bir ağırlık taşıdığımı. Omuzlarımda değil artık yüklerim,kalbimde ağırlaşmıyor. Hepsini çöpe atar gibi beynime atmışım,hor kullanmışım,yıpratmışım. Fedakarlık etmişim kalbim için;ağırlaşmasın daha fazla yorulmasın diye. Fazla gelmiş bazı seyler.
Sinyaller hiç iyi gelmiyor,en çok da uyumaya çalışınca başlıyor bu hastalığın belirtileri. O zaman komaya giriyor beyin gözlerini kapattığın anda başlıyor nöbetin. En çok geceleri yoruluyor kalple beyin.
Kendimle kalmanın iyi geldiğine tereddütteyim artık. Sese,gürültüye,kalabalığa da gelemiyorum bu ara beynimi kemirircesine rahatsız ediyor. Huzur,sükunet daha cazip geliyor. Ama maymun iştahlı bendeki kalple beyin. Sessizliği buldukları anda kıran kirana bir mücadeleye tutuşuyorlar. Yorgunluğu ve uykusuzluğu da bana bırakıp onlar da susuyorlar bu sefer. O zamanda ya kalemim isyan ediyor ya dilim. Birinden birini özgürlüğüne kavusturuyorum aklımın iplerini salmamak için. Bir iki çift laf etmeye yelteniyorum o da boş çıkıyor bu aralar kalem hep galip geliyor. Susmak erdem miş ne böyle ogretmislerdi ya bize belki bir faydası olur diyorum. Ve susuyorum… Gece gündüz birbirine karışıyor,susuyorum…
27 Ekim 2011 Perşembe
25 Ekim 2011 Salı
Elde Var Sıfır...
”Neyse” deyip geçmeyi yeğlerdim.O kadar pervasız olup,canı yanmayanlardan ,”sükunetin hala altın olduğuna inananlardan”…Bildiklerimizin dışında çoğu şey.Aklımızda büyütüp beslediğimiz dünyadan fizan kadar uzak “gerçek”.
İlişkilerin iki kişi arasında yaşandığına inancım nasıl yok olabildi.Nasıl bu kadar çabuk yıkıldı tabular? İki kişi arasında değil her insan kendiyle savaş veriyor günümüz modasında. “Biz” kavramını ağzına küfürmüşçesine almaktan korkanlar var.”Ben” var artık.”Benim doğrularım”,”benim düşüncelerim”,”senin sorunların”. ve daha da acısı “benim hayatım” var. İki kişinin verdiği ortak karar sonucu girdikleri ilişkinin içinde ” benim hayatım” var. “Biz” temelli cümlelerden korkan,bencilliği kendine hobi edinmiş taraflar var artık.Bütün bunlarla ; boğazında düğüm düğüm kalmış ve kalmaya da devam eden,sessizliğe geçit vermeyen cümlelerinle mi başa çıkacaksın?
” Sertap Erener/Yalnızlık Senfonisi” girer devreye…(ışıklar kapanır,uzun bir nefes…, diyaloglar beynini istila eder,geceye yenik uykuya hasret …yeni bir gün başlar.) Yeni bir eziyeit “Sıla/Ne Çok” çalmasıyla başlar.Geceye hoşgeldin,güne merhaba sonatı : “Tarkan/Beni anlama” …
Bencilim,bencilsin....benciliz
Son zamanlarda “gözlemleme”nin cılkını çıkardığımı hissetmem için,bir sohbet sonrası kendimle kalmam yetti. Başkalarının ilişkileri benim hayatımın neden bu kadar içinde? Ben çok kaptırıyorum kendimi , bir yerde otururken gözüm çok mu takılıyor başkalarının hayatlarına, çok dinleyip ,çok sahiplenip, çok mu yorum yapıyorum acaba? Bunun iyi olup olmadığına hala cevap bulamadım ama yapmaktan da vazgeçmiyorum.Elimde olmadan irdelemeye başlıyorum çevremde olup bitenleri.Ondan mı çok yorgun kalkıyorum sabahları?
İnsan her şeyi elinde istiyor.Aklından geçen ne varsa onun hayalini kurması,istemesi istediği şeyler maddi olduğu sürece bir yere kadar.Ama istediği,hayalini kurduğu,aklında yarattığı kalıba sokmaya çalıştığı şey insansa…Karşımızdaki insanı beynimizde şekillendirdiğimiz gibi anımsamak, öyleymiş gibi davranmak gibi bir hastalığımız var bizim.Bulaşıcı ve farkına varmadığımız sürece beynimizi kemiren ”bencil” bir insana dönüşümün yolculuğuna kaptırıyoruz kendimizi.
Bir insanı beyninde yarattığın kalıba sığdırıp şekillendirmek bencillik mi yoksa karşı taraftan ilişkin için beklediğin fedakarlık mı? Fedakarlıkla bencilliği birbirine karıştırdığımız için mi sürekli karşımızda beliriveriyor aynı kabus? Karşı tarafın omuzlarına bütün sorumluluğu yükledikten sonra kendimizi akladığımızı zannederek yaşadığımız o saman alevi “huzur” ne kadar tatmin ediyor bizi?
Çözüm ürettiğimizi zannedip işlerin daha da içinden çıkılmaz bir hal almasını daha ne kadar “3 maymun” oynayarak izleyeceğiz.Hiç bir şey olmamış gibi davranmayı çözümden saymadığımız zamanlar da olacak mı?
Sudan Sebep...
Uykum benden bağımsız , bildiğini okumaya başladı yine.Gece yatağa yatmadan üzerimden çıkardığım hırka gibi,kafamın içindekileri de sandalyenin üzerine asabilsem hiç sorun kalmayacak.Sabah üşüyerek dolayısıyla keyifsiz uyanmışken,hayatımda 2 defa diyaloga girdiğim telefoncunun “arıza giderildi Ceren hanım müjdemi isterim” iyle kendime geldim.Adam hiç yoktan sonuna “inşallah gününüz güzel geçer”i de ekledi.Yüzümde güller açmaya başladı.Birisinden iyi dilekler duymayalı ne kadar uzun zaman olmuş.Hayatımda olan insanlar niye bu kadar basit cümleler kuramıyor.En azından gün güzel başladı,”gece” etkisiyle gitseydi gün o zaman toparlanamayabilirdim.Günü kurtarmalı en azından zaten akşam karanlığı çöktüğünde kendimle baş başa kalmamak için elimden gelen çabayı sarfetme telaşı yoruyor.
Neden her şeyi kafamda irdelemek gibi huylar edindim ben.İlla ki olanı biteni ya da hep içinde bir yerlerde kalanı gün ışığında bakmayı yeğler insan. Neden seçimler beyne hep oyun oynar ; bir müddet mantıklı rolüne bürünüp sonrasında beyni yavaş yavaş kemirmeye,uykusuz alametini üstümüze salmaya başlar. Ya da biz mi kurgularız her şeyi.Beyne de o oyunu oynayan biz miyiz? Beynimizi kemiren de içimizdeki maymuniştahlılık ve kararsızlık mı? Belki de başkalarına suç atıp kendimizi temize çıkarmak daha çok hoşumuza gidiyor. “Kalp ve beyin” arasında kalmanın kararsızlığının arkasına sığınırken bulmuyor muyuz kendimizi? “Ben “ sebep oldum çünkü kendi seçimimdi diye bas bas bağırmak haksızlığaa işaret,haksızlığı kabul etmek de yenildiğinin işareti.Yenilgiyi kabul etmeyi öğrensek ? Zor değil mi? Söylerken bile ağır geliyor . Kafan daha da ağırlaşıyor bunu düşünürken. Çözümlerden kaçmak daha kolayımıza geliyor bazen.Sözde çözüm ararken yorduğumuz beynimizi , kendi oyunlarımızın içinde bir kaşık suda boğuyoruz!
Gri...
Bulut,gri,yağmur ve nihayetinde kasvet…
Ankara iki gündür gri ve tonlarına teslim.İnsan neye uğradığını şaşırıyor.Daha 2 hafta önce İstanbul’da Beşiktaş’ın en sevdiğim caddesinde,”sandaletlerle sararmış yapraklara basmak da garipmiş” dediğimi hatırlıyorum.Tepemdeki güneş ve üzerimdeki yazlık giysiler “yaz günü” havası yaratıyordu,ama sonbaharın simgesi “sarı yapraklar” işi bozuyordu.Mayıs ayının her gün gri geçmesi ve çizmelerle gezdiğimi hatırlamak bile istemiyorum.Mayıs dediğin “yaza hoş geldin” dir.Çizmenin,kazağın,kış soğunun işi ne? “Her şey zamanında güzel” değilmiydi? Ee kim bozdu bu kuralı?
Kış çocuğuyum ben,sevemedim bir türlü sıcakları,sıcaktan yapış yapış olmayı,hamam gibi olan evleri…Benim ayım “kasım”. Yaz gelince kendine gelir ya insan kabuğundan kurutulur,içi açılır,kıpır kıpır olur;deniz,kum,güneş üçlüsünün tesiriyle kendine gelir. Ben de aynı etkiler kasım ayının ziyaretiyle olur. Grilikten hep şikayet ederim,neşem kaçar,içime kapanırım,içime kapanmakla kalmaz kendimi eve kapatırım. Griden bunalırım, beynimin içine kadar işler o kasvet ama bilinçsizce severim sonbaharı. Belki hareketten,koşuşturmaktan,kalabalık arkadaş sohbetlerinden kendimi soyutladığımda huzuru buluyorsun.
Kulağında müzikle (Nina Simone ve Buika) uzun yürüyüşler,bir fincan kahveyle kitap keyfi,sıkılıp içindekileri başkaları yerine yazıya dökmek grinin yaptırdığı güzellikler;)
Sonbahar başkadır,başkalaştırır.
Dipnot: Grinin yarattıklarına karşın her şey yılın sadece 3 ayı için güzel. Bir günlük gri etkisiyle içimde bu kadar kasvet varolabildiyse,İskandinav ülkelerinin birinde yaşasam psikolojik tedavim kaçınılmaz olurdu ;)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)