Gündem

17 Şubat 2012 Cuma

Cambaz...

      
        İp cambazlarına imrenmişimdir çoğu zaman.filmlerde rastlarım genelde,sirkin renkli cümbüşlü dünyasında nedense hüzünlü gelirler bana.Kavga eder gibi yürürler ipin üzerinde,inatlaşarak,kararlılıkla.Nasıl bir denge,nasıl bir cesaret incecik ipin üzerinde yürümek?
      
        İlişki dediğin de ip cambazlığı aslında.Aynı ipin üzerinde iki kişi.İncecik sicimin üzerinde denge kurmaya çalışmak.Kolay olduğunu kimse iddia edemez ama denemeye değer olduğu kesin.Sen daha kendi dengeni sağlamak da zorlanırken bir insanı hayatına dahil edip,onunla birlikte yeni bir denge kurmaya çalışıyorsun.Risk'in en büyüğünü göze alıyorsun.Daha sağlam basıyorsun yere,adımlarını daha dikkatli atıyorsun.Kendi korkunun üzerine onunkini de ekleyip yoluna devam ediyorsun.Aslında bir insanla hayatını paylaşmaya karar verdiğin an,risklerin en büyüğünü alıyorsun.Senin ilişkide fedakar olup olmadığını tartışan kişiye en güzel cevaptır bu.
      
        Ayakta kalmaya çalışırken,karşındakinin korkularını kendi korkun yaparak yoluna devam ediyorsun.İki kişisin artık.Sen ve o var içinde.Aslında iki kişilik taşıyorsun artık.Kendi düşüncelerinin içine onun kafasından geçenler karışıyor.İyisi ya da kötüsüyle sana karışıyor sevgili,sen oluyor aslında.
      
        "Ben" ile başlayan cümleler kurmak isteyip,tıp oynuyorsun bazen."Sen" olmayı özlüyorsun bazen.Tek kişilik düşünmeyi,tek başına nefes almayı,tek başına korkmayı.Sadece zihnini 5 dakika dinlenmeye alıp yine iki kişi düşünüyorsun.Düşü bile rahatlatır oluyor seni.Yalnız kalmak için sadece hayal kurmaya başlıyorsun.

        Oyun gibi geliyor bazen.İki ayrı beynin,birbirine karışması,"bir" olması,daha doğrusu "bir" olmaya çalışması.Hiç bir zaman "bir" olmuyoruz çünkü.Sadece eksik bir puzzle oluyoruz bazen,bir kaç parçamız eksikken asıl resim çıkmıyor ortaya ve tamamlanıyoruz.Sadece tamamlanıyoruz,bir olmuyoruz,olamayız da."Ben" ve "sen"iz bir yerde.İki ayrı birey,iki ayrı beyin,iki ayrı ruh.Bunların tek bir bedende birbirine karışması,birbirini özümsemesi mümkün mü?
  
        Bir zaman sonra,ne olursa olsun "sen" olarak kalıyorsun.En başında olduğu gibi.

16 Şubat 2012 Perşembe

Körebe

Şu zamana kadar anladığım bir şey var;yapması gerekeni yapmak ve işi zora sokmadan,karmaşık hale getirmeden yapamıyor insanoğlu.Birbirimizin hayatını kolaylaştırmayı eziyet olarak görüyoruz sanırım.Her şeyin puzzle'ın parçaları gibi yerine oturması hoşumuza gitmiyor sanırım.Labirentlerden,çıkmazlardan boğulduğumuzu dillendirip şikayet ederken,bunları hayatımızdan atmaya da yanaşmıyoruz.Karmaşık insanoğlu. Karşımıza çıkan herhangi bir sorunda allayıp pullayıp onu önümüze duvar gibi örmekten mi zevk alıyoruz?Zevk almak da değil aslında,koskoca bir sorun yumağını başkasına anlatıp haklı oluşu vurgulamak daha kolay.Ya da şu anda istemediğin,ama sonunda seni bulacak olan kaçınılmaz sonun yaklaşmasını geciktirmenin yolu bundan geçiyor.Yani yoktan var etmekten,sorumluluktan ve yapman gerekenden kaçmaktan,görmezden gelerek oluyor ancak. Kendi kendimi bu şekilde aklıyorum bazen.Kimseye hesap vermesem de,kimsenin olup bitenin farkında olmadığı durumlarda kendi hesaplaşmamı bu şekilde yeniyorum.Yapmam gereken ya da söylemem gereken neyse onu görmezden geliyorum ve kaçıyorum.Kolaya kaçıyorum.Hayatı kolaylaştırıyorum kendimce.Kısa vadede işe yarar bir çözüm olsa da uzun vadede hiç ummadığım zamanda duvara tosluyorum son hızla.Kendi huzurunu nasıl düşünmez insan?Bir anda aklımı ne çeliyor da kaçıyorum.Korkup,gözümün önündeki şeyi görmüyorum.Görmezden gelebiliyorum?Var olan ve sürekli beynimin içini kemiren şeye nasıl gözlerimi kapatabiliyorum? Nasıl bir cesaret bu? O anda bir şeyleri göze alıp içinden geleni söylemek mi cesaret yoksa önünde duran o duvarı görmezden gelip gözlerini kapamak mı?
Kolaya kaçmaksa istediğim,söylemem gereken neyse o çıkmalı ağzımdan;dolanmadan,yalın...Süslü cümlelerle değil,"evet" ya da "hayır" kadar net.Sadece olması ,söylenmesi gereken.Dahası değil.Sadece "yeteri kadarı".Nasıl huzur bulursam o kadarı.